30 Ekim 2009 Cuma

11. İSTANBUL BİENALİ "İnsan Neyle Yaşar?" (Bölüm I)

Bugün 11.si düzenlenen İstanbul Bienali’ni ziyaret ettik. Havanın soğuk olması ve benim soğuk algınlığından dolayı biraz hasta olmam sebebiyle sadece, Antrepo No.3’ü gezebildik.

Bienal bu yıl “İnsan neyle yaşar?” sorusunu irdeliyor. Bir çok ülkeden 30 kadın, 32 erkek sanatçı bireysel olarak katılmış. Bundan başka 5 kolektif ve 3 de ortak proje mevcut.Bienalde havayı kokladığınızda da farkedeceğiniz gibi, sanatçıların büyük çoğunluğu Orta Doğu veya Doğu Avrupa’lı.

Sergi ferah ve rahat anlaşılabilir. Üniversite öğrencileri ücretsiz gezebiliyor. Sadece 2 lira ödeyerek bienal rehber kitabını alıyorsunuz. Anlaşılabilir bir dil ile yazılmış. Zaten bu yazıda çoğunlukla alıntılar yapacağım, böylelikle sizi de yanıltmamış olurum.

Her şeyi anlatıp süprizi bozmak yerine, çarpıcı ve “evet, işte buna bayıldım” dediğim eserleri size anlatmak istiyorum.


Girişteki ilk çarpıcı eser, Canan Şenol’un Çeşme adlı eseri. Rehber şunları demiş:
“Şenol, Çeşme (2000) adlı işinde Marchel Duchamp’ın ünlü yapıtına ve Bruce Nauman’ın Çeşme Olarak Otoportre’sine gönderme yapıyor... ....Bu video doğaçlama bir tiyatro sahnesi gibi kullanılmış siyah bir örtünün üzerinde sallanan bir çift şişkin kadın göğsünü yakın çekim gösteriyor. Göğüslerden ağır ağır ama sürekli olarak süt akıyor, duyduğumuz tek ses de damlayan süt sesi.”

Bu açıklamaların dışında, sorumuz insan neyle yaşar olunca, ben ilk girişte, gözümüze çarpılan bu sahnenin, insanın “ilk girişte” anne sütü ve anne ilgisi ile yaşamaya başladığı yorumunu yaptım. Bunun bu kadar çarpıcı olmasının tek sebebi, ataerkil toplumumuzda bu gerçeği göz ardı ederek kadını arka planlarda tutmamızın verdiği vicdani rahatsızlık.


Bir başka ilginç eser ise Trevor Paglen'in Gök Cisimleri eseri. Paglen sadece ABD'ye ait olmayan, Rusya ve diğer bir kaç ülkenin de içinde bulunduğu uyduların resimlerini çekmiş. Yıldızlı bir gecede İstanbul semalarında, kayan uyduların bıraktığı izleri net olarak görebiliyorsunuz. Bu uydular istihbarat sağlama amaçlı fırlatılıyor. Yandaki resmi size google'dan buldum. Ama aşağı yukarı bu resimdeki gibi, sergideki eserde de uyduların kayış izleri böyle net.

Aslında kaydığını görüp dilek tuttuğumuz yıldızlar o kadar da masum değiller artık.


Girişte karşınıza çıkan kocaman maket, Kalendiye 2087, çok etkileyici. Wafa Hourani'nin Kalendiye askeri noktası ve mülteci kampının gelecek prodüksiyonu olan 3. işi Kalendiye 2087.

Rehber bu eser için şunları söylüyor:

"1946’da kurulan Kalendiye kampında 10.000'den fazla Filistinli mülteci yaşıyor.Batı Şeria’daki en büyük askeri kontrol noktalarından biri olan Kalendiye, yıllar içinde daha da teknolojik bir hale geldi. 1967’ye kadar Kudüs havaalanına da ev sahipliği yapan Kalendiye’deki kontrol noktasını kapattığında Filistinliler ne Ramallah’a girebiliyorlar, ne de Ramallah’tan çıkabiliyorlar…"

Benim kulağımı eğip dinlediğim evin içinden, müzik sesi geliyordu. Arap ezgileri, sanki o minik maket evin içinde hayatı kanıtlarcasına hafif hafif çalıyor.

Birinci bölüm yazısını böylelikle bitirmek istiyorum. Bir sonraki bölümde daha feminist yoruma yakın ve daha acımasız eserleri anlatacağım size.

En kısa zamanda, II. bölümde görüşmek üzere.

B.

0 yorum:

Yorum Gönder