RSS

20 Aralık 2009 Pazar

Avatar


Bu yazıyı spoiler vermeden yazmak için sanırım çok çaba sarfedeceğim.

Avatar'ı şu zamana kadar izlediğim filmler arasında beni en çok etkileyen, şaşırtan ve eğlendiren film seçtim. Cinebonus sinemasında Reald 3d olarak izledim ve muhtemelen bu kadar haz almamın sebebi Reald.

Film, Pandora gezegenini istila etmiş ve yerlisi Na'vi halkı ile problemler yaşayan Amerikalıları konu alıyor. Her ne kadar konu itibariyle çok özgün olmasa da, animasyon karakterlerin gerçeğe yakınlığı bu filmi sinema tarihinin en iyi filmi yapabilir. İnsanlığın para için etraflarındaki güzelliği yok etmesine değinen film, Amerika'nın belki de dünyada yaptığı bir sürü savaş, işgal ettiği yerlerde verdiği acı yüzünden bu bağlamda bir özeleştiri.

Petrol için Irak'a çeşitli bahaneler üreterek giren Amerika'nın, Pandora'ya girişi -filmde her ne kadar hükümet ilişkisi olmasa da- bende benzer çağrışımlara sebebiyet verdi.


3 Boyutlu animasyonlar inanılmaz gerçekçiydi. Bir kaç sahnede gerçekmiş gibi refleks tepkiler verdim. Bazı izleyenler, 3-5 adım sonrasını tahmin edebildiklerini söylemişler. Evet, aşağı yukarı tahmin edilebiliyor. Hatta ikinci yarının başlarında sonunu kafanızda şekillendiriyorsunuz.

Çok dokunaklı sahneler var, ki normalde ben şu zamana kadar bir filmden ağlamadan çıkmamışımdır. Ama Avatar'da en dokunaklı sahnede bile ağlayamadım, eğer ağlarsam, bir sonraki sahnede bir şeyler kaçırabilirim korkusu yüzünden.

Delgo diye bir animasyondan çalıntı olduğu söylentisi ile karşılaştım geçen gün. Bunu açıklamak yerine iki filmin de wikipedia'dan production bilgilerinin linklerini vereceğim. Avatar 15 yıllık bir hazırlanma süreci sonunda ortaya çıkmış bir film. Muhtemelen, Delgo, Avatar hazırlanırken sızıntılarla oluşmuş bir animasyon. Buna karşı tez "Avatar'ın son 4 senesi yapım aşamasıydı" oldu. Ben 11 sene dökümantasyona hiç bir şey yazmayıp, son 4 senede her şeye karar verdiklerine inanmıyorum.

Avatar için wikipedia bunu diyor;
http://en.wikipedia.org/wiki/Avatar_%282009_film%29#Production

In 1994, director James Cameron wrote a 114-page scriptment for Avatar.[8] Cameron said his inspiration was "every single science fiction book I read as a kid", and that he was particularly striving to update the style of Edgar Rice Burroughs' John Carter series. In August 1996, Cameron announced that after completing Titanic, he would film Avatar, which would make use of "synthetic", or computer-generated, actors.[36] The project would cost $100 million and involve at least six actors in leading roles "who appear to be real but do not exist in the physical world".[37] Special effects house Digital Domain, with whom Cameron has a partnership, joined the project, which was supposed to begin production in the summer of 1997 for a 1999 release.[38]
Delgo için production kısmı ise şöyle;

http://en.wikipedia.org/wiki/Delgo_%28film%29#Production


Fathom Studios began development on Delgo in 1999; animation work began in 2001.[1] The movie was produced by Fathom in conjunction with Electric Eye Entertainment Corporation.[7]

Eğer filmi izlemediyseniz, Reald 3d olarak izleyin. İzlediyseniz ve beğenmediyseniz, lütfen reald 3d olarak izleyin. Eğer izlediniz ve beğendiyseniz, zaten benim gibi bir kere daha gitmek isteyeceksiniz.


Filmden çıktığımızda arkadaşım Seçkin, "Şimdi Oscar törenlerini izlemek lazım" demişti. Evet, ben de sabırsızlıkla bekliyorum Oscar törenlerini.

b.

22 Kasım 2009 Pazar

The Twilight Saga: New Moon (Spoiler İçerebilir)

Sevgili Twilight filmi sevenler ve Robert Pattinson hayranları, lütfen bu yazıdan uzak durun. Zira hoşlanmayacaksınız...


Likenight'ı ekip, "kuzenlerimle işim var" dediğim şey aslında Twilight izleme etkinliğiydi. Ajandama bakmadan telefonda ayak üstü kuzenlerime "aa tamam bana da alın o zaman bilet" dediğim için, likenite yerine twilite'a gitmek zorunda kaldım.

Neyse filme dönelim.. Twilight serisini okuyanlar, ikinci kitabı sürükleyici bulanlar, ve / veya ilk filmden zerre hoşlanmayanlar lütfen bu filme gitmesinler.

İstinye park'ın sinemasında populasyon neredeyse %50 kadın %50 erkek ve gece seansı olması sebebiyle ergenlerden uzak güzel bi topluluk olmasına rağmen... kız arkadaşları istedi diye gelen erkekler ezici çoğunluktalardı.

Filmin başından sonuna kadar bir acıların Robert'ını izliyoruz. Küçük Emrah gibi.. Ama bizim Emrah ağlıyor, ve daha güzel ağlıyor. Sonra arada bi yerde Jacob'un "six pack"lerini sayıyoruz. Düşük omuzlu abilere kas yaptırmamak lazım.

Kitabı kuşa çevirmeleri atlayarak gitmeleri zaten önceden tahmin edilebilecek bir durum. Kitapta bahsedilen Alice'in o mükemmel güzelliğini neden beyaz perdeye aktaramıyorlar hala inanamıyorum. En komiği kitaptaki Edward ile beyaz perdedekinin benzerliği bile yok. Bu film, oyunculuk, makyaj ve senaryo, HATTA görsel efektler açısından tam bir fiyasko.


İnsanların duygulandığı yerlerde, daha doğrusu, filmin bir çok yerinde gözümden yaş gelene kadar güldüm. Hali hazırda "Bir genç kızın gizli defteri" okuyan varsa, tavsiye ederim Twilight filmlerini... Ve işte hizmetteki farkımız... Ergen filmlerini de sizin için izliyoruz.

B.

31 Ekim 2009 Cumartesi

11. İSTANBUL BİENALİ "İnsan Neyle Yaşar?" (Bölüm II)

Dün gezdiğim bienalin ikinci yazısında (ilk yazı burada), kadın ve kadının yaşamındaki zorlukları irdeleyen 3 eserden bahsedeceğim.

Bunlardan ilki, İnci Furni'nin Ruh eseri. Rehber bu eserle ilgili şunları demiş:
"...Pamuk üzerine yaptığı resimler, Orta Doğu'daki kadınların yaşamlarına dair güncel stereotipleri duyarlı bir şekilde yakalıyor. İdeal Türk kadınının yapıbozumuyla ilişkilenen hilal ve yıldız resimleri, başörtülü ve başörtüsüz popüler kadınlar, siyasi meselelerin provokatif illüstrasyonları, efsaneler ve reklamlar, toplumun kural koyucu söylemine meydan okuyor. Dini, ataerkil ve heteroseksüel klişeleri aşırıya götürerek, Furni eğlenceli ve ilişkisel bir sembolik düzensizlik alanı açıyor"

İnci Furni'nin Ruh eserinden detay fotoğrafları çekmiştim, ama makinadan aktarırken bir sorun yaşadık ve o fotoğraflar artık yoklar. Aklımda kalan şekliyle size bir kaç örnek vereyim.. Orta kısımda, arabesk şarkıcısı Bergen'in resmi var. Bergen'in yüzü kocası tarafından atılmış kezzap ile yanmıştı hatırlarsınız. Kadına şiddetin bu çarpıcı imgesi mükemmel. Hemen üzerinde Bülent Ersoy illüstrasyonu var. Bülent Ersoy'un üzerinde eşcinselliğin simgesi gök kuşağı resmedilmiş. Bu dörtlünün sol alt kösesinde bir sıçrama tahtası üzerinde, aydın türk kadınını simgeleyen 4 döpiyesli kadının arkasında bir güneş görüyoruz. Bu aslında Cumhuriyet'in kabul görme sürecinde, kadınlara hak vererek (Avrupadan bile önce) Cumhuriyet'in halk arasında kabulü açısından kadınların bir sıçrama tahtası olduğunu betimliyor. (Benim bu esere karşı yorumum ise şöyle; Atatürk kadınlara gerçekten hakları vermeyi düşünüyordu. Zira savaşta yan yana savaşan kadınların erkeklerden daha düşük haklara sahip olması mantıkla örtüşmezdi. Ama bu, kabul görmesinde "etkili" olmuş olabilir. Amaç değil sonuç olarak yaklaşıyorum.) Pek tabii, bu yapıtta, bir çok da çarşaflı ve tesettürlü kadın resmedilmiş, çok daha ironik olarak. Kadının Cumhuriyet döneminde öne çıkarılmasına karşın, daha sonraları, geri çekilme çabasını acı olarak izleyebiliyoruz.

Sırada, Nilbar Güreş'in Bilinmeyen Sporlar eserleri var. Rehber şunu demiş:
"Bilinmeyen Sporlar (2008-09) adlı kolaj, desen ve fotoğraf toplamı, ev içini bir muhalefet alanı olarak korumanın farklı bir yolunu gösteriyor. Bu dizide kadınlar, evi temizleyerek ve kendilerini güzelleştirerek vakit geçiren domestik transseksüeller olarak gösteriliyor. Güreş, bir spor salonunda üç performans düzenlemiş ve burada, kadınların gerçekliğini sinsice yıkan fotoğraf triptikleri için, çizimlerinden alınma fikirleri yeniden canlandıran kadınlarla çalışmış. Ağda, saç yapma ya da elektrikli süpürgeyle toz alma gibi, tipik kadın işleri olarak algılanan estetik fetişizmler ve uğraşlar, takıntılı bir şekilde sunuluyor. Evde olmayan, çalışan koca için bedenini hazırlamak, cinsel istismar ve aile içi şiddetle ilgili tehdit edici ve acı verici çağrışımlar doğuruyor."
Bunu ben "sokakta hanımefendi mutfakta aşçı yatakta fahişe" olmak gerekliliği(!) ile bağdaştırdım.Bu kolajlar çok acıydı aslında. Daha detaylı bir örneği sağ tarafta görebilirsiniz.(Resmin üzerine tıklayın)





Sonuncu ve bienaldeki en eğlendiğim es
er, bir film gösterimi. Dünki yazımda Çeşme eseri ile bahsettiğim Canan Şenol harika bir animasyona imza atmış: İbretnüma

İb
retnüma için rehber notu şöyle:
"İbretnüma (2009) adlı animasyonlu videonun baş karakteri, güneydoğu Anadolu'da yaşayan fakir bir ailenin inanılmaz güzellikteki kızı. Filmin hikâyesi eski halk masallarını çağrıştırıyor, anlatı tarzı da Binbir Gece Masalları'na benziyor, ama laik değerlerle ahlaki muhafazakârların ve kurumsal dinin yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan duyarlılıkları arasında gidip gelen gerilimlere boğulmuş Türk toplumunda kadının çağdaş bağlamını konu ediniyor. Anlatı, baş karakterin hayatı aracılığıyla evlilik ve aile kurumlarının baskıcılığını, kadın bedeninin siyasal ve dinsel bir meta haline getirilmesini; kadın güzelliği kavramının, oryantalistleştirmenin ve tüketim sömürüsünün topos'u olarak kullanılmasını sorunsallaştırıyor. Videoda çoğu orijinallerinden uyarlanmış ve kolajlı parçalarla birleştirilmiş klasik Osmanlı minyatürlerini ve hat sanatını andıran zengin bir görsel dağar kullanılıyor."


İbretnüma, karagöz hacivat oyunu gibi anime edilmiş. Hikaye güzeller güzeli kızın acı hikayesi bölümler halinde gösterilmiş. Hikayenin acısı, kadının susmasından ibaret. Kadın hiç ses etmiyor, evlen diyorlar evleniyor, korkusundan susuyor, başına gelenleri hep gizliyor. Sonra kızlarını da böyle "eğitiyor". Cehalet korku ile birleşince nesillere aktarılan felaketler zinciri göz önüne seriliyor. Bienal'in en çarpıcı eseri İbretnüma'yı muhakkak izleyin. Hatta diyebilirim ki, sadece İBRETNÜMA İZLEMEK İÇİN bile gidilir.


Bölüm 3'de size geri kalan bir kaç beğendiğim eserle beraber, bienal hakkında sonuç olarak ne düşündüğümü yazıyor olacağım. Görüşmek üzere.
B.

30 Ekim 2009 Cuma

11. İSTANBUL BİENALİ "İnsan Neyle Yaşar?" (Bölüm I)

Bugün 11.si düzenlenen İstanbul Bienali’ni ziyaret ettik. Havanın soğuk olması ve benim soğuk algınlığından dolayı biraz hasta olmam sebebiyle sadece, Antrepo No.3’ü gezebildik.

Bienal bu yıl “İnsan neyle yaşar?” sorusunu irdeliyor. Bir çok ülkeden 30 kadın, 32 erkek sanatçı bireysel olarak katılmış. Bundan başka 5 kolektif ve 3 de ortak proje mevcut.Bienalde havayı kokladığınızda da farkedeceğiniz gibi, sanatçıların büyük çoğunluğu Orta Doğu veya Doğu Avrupa’lı.

Sergi ferah ve rahat anlaşılabilir. Üniversite öğrencileri ücretsiz gezebiliyor. Sadece 2 lira ödeyerek bienal rehber kitabını alıyorsunuz. Anlaşılabilir bir dil ile yazılmış. Zaten bu yazıda çoğunlukla alıntılar yapacağım, böylelikle sizi de yanıltmamış olurum.

Her şeyi anlatıp süprizi bozmak yerine, çarpıcı ve “evet, işte buna bayıldım” dediğim eserleri size anlatmak istiyorum.


Girişteki ilk çarpıcı eser, Canan Şenol’un Çeşme adlı eseri. Rehber şunları demiş:
“Şenol, Çeşme (2000) adlı işinde Marchel Duchamp’ın ünlü yapıtına ve Bruce Nauman’ın Çeşme Olarak Otoportre’sine gönderme yapıyor... ....Bu video doğaçlama bir tiyatro sahnesi gibi kullanılmış siyah bir örtünün üzerinde sallanan bir çift şişkin kadın göğsünü yakın çekim gösteriyor. Göğüslerden ağır ağır ama sürekli olarak süt akıyor, duyduğumuz tek ses de damlayan süt sesi.”

Bu açıklamaların dışında, sorumuz insan neyle yaşar olunca, ben ilk girişte, gözümüze çarpılan bu sahnenin, insanın “ilk girişte” anne sütü ve anne ilgisi ile yaşamaya başladığı yorumunu yaptım. Bunun bu kadar çarpıcı olmasının tek sebebi, ataerkil toplumumuzda bu gerçeği göz ardı ederek kadını arka planlarda tutmamızın verdiği vicdani rahatsızlık.


Bir başka ilginç eser ise Trevor Paglen'in Gök Cisimleri eseri. Paglen sadece ABD'ye ait olmayan, Rusya ve diğer bir kaç ülkenin de içinde bulunduğu uyduların resimlerini çekmiş. Yıldızlı bir gecede İstanbul semalarında, kayan uyduların bıraktığı izleri net olarak görebiliyorsunuz. Bu uydular istihbarat sağlama amaçlı fırlatılıyor. Yandaki resmi size google'dan buldum. Ama aşağı yukarı bu resimdeki gibi, sergideki eserde de uyduların kayış izleri böyle net.

Aslında kaydığını görüp dilek tuttuğumuz yıldızlar o kadar da masum değiller artık.


Girişte karşınıza çıkan kocaman maket, Kalendiye 2087, çok etkileyici. Wafa Hourani'nin Kalendiye askeri noktası ve mülteci kampının gelecek prodüksiyonu olan 3. işi Kalendiye 2087.

Rehber bu eser için şunları söylüyor:

"1946’da kurulan Kalendiye kampında 10.000'den fazla Filistinli mülteci yaşıyor.Batı Şeria’daki en büyük askeri kontrol noktalarından biri olan Kalendiye, yıllar içinde daha da teknolojik bir hale geldi. 1967’ye kadar Kudüs havaalanına da ev sahipliği yapan Kalendiye’deki kontrol noktasını kapattığında Filistinliler ne Ramallah’a girebiliyorlar, ne de Ramallah’tan çıkabiliyorlar…"

Benim kulağımı eğip dinlediğim evin içinden, müzik sesi geliyordu. Arap ezgileri, sanki o minik maket evin içinde hayatı kanıtlarcasına hafif hafif çalıyor.

Birinci bölüm yazısını böylelikle bitirmek istiyorum. Bir sonraki bölümde daha feminist yoruma yakın ve daha acımasız eserleri anlatacağım size.

En kısa zamanda, II. bölümde görüşmek üzere.

B.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Kanal(i)zasyon

Geçtiğimiz çarşamba günü, Okan Bayülgen'in çok ses getirecek Kanal(i)zasyon filmi galasına gittik Blogger'lar olarak.

BloggerV tarafından davet edildiğimiz bu gecede, uzun zamandır hiç gülmediğim kadar güldüm.

Türkiye'deki gelmiş geçmiş tüm TV MEME'lerini bir filme toplamış Okan Bayülgen. Gözlerimden yaş gelerek gülmemin sebebi, ordaki her esprinin altında hicvedilen ya bir Youtube videosu, ya da bir tv programının olması.Film hakkında daha fazla bilgi vermiyeceğim, zira, spoiler kaçırmadan nasıl yazarım emin değilim. Gidin ve görün, ben ikinciye gideceğim en kısa zamanda.

Bunun dışında, galada, oyuncusu olması sebebiyle, Sabri Yıldız'da vardı.. Bir köşede birasını yudumlarken gördüm. Sera'ya hadi gidip fotoğraf çektirelim dememe kalmadan, gitmiş.. Sağa sola baktım, ama yukarı bakmayı akıl edemedim...
Çok üzüldüm gerçekten, bu şans insanın hayatında sadece bir kere eline geçebilecek türde şanslardan... Filmi insanlar bir izlesinler, spoilerları ile birlikte çözümlemesini de yazarım sonra :)

B.